Merhabalar. Hem kadın hem de erkek tiyatroseverler için en beğenilen tiradlardan oluşan bir kolaj hazırladık. Umarız yardımcı olabilmişizdir. Mutlu ve tiyatrolu günler efendim.
-ERKEKLER İÇİN-
Oyunu Adı: Godot'yu Beklerken
Yazan: Samuel Beckett
Çeviren: Tuncay Birkan
VLADIMIR: Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. (Bir an) Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?
-KADINLAR İÇİN-
Oyun adı: MUTLU SON
Yazar: Bertolt Brecht
LILIAN: (Hava basmaya çabalayarak) Nereye mi? Ben mi nereye gideceğim? Bilmiyor musunuz? 44. Caddeye gideceğim ya! Bugün 44. Caddede konuşacağım. Onlara radyo örneğini anlatacağım. Evet, radyo örneğini… Modern insanların çoğu, kutsal kavramlar üzerine konuşulduğunda, gülümseyerek “Tanrı yok ki” demeyi bir ilericilik, bir moda, bir marifet sayıyorlar. “Hani, Tanrıyı kim görmüş?” diyorlar. Hatta ünlü bir Fransız astronomu, bir gazetede şöyle yazmış: “Teleskopumla bütün uzayı taradım, ama hiç bir yerde sevgili Tanrıya rastlamadım”… Teleskopuyla bütün uzayı taramış, ama sevgili Tanrıya hiç bir yerde rastlamamış.. . Harika, değil mi? Evet ama, benim ona yanıtım şu olacaktır: Sevgili Tanrıyı teleskopla göremezsiniz ki! Bunun için başka bir organ gereklidir. En güzel müziği bile, isterse Richard Wagner olsun, gözlerinizle dinleyebilir misiniz? En güzel resmi, ister Rembrandt’ın olsun, ister Rubens’in, kulaklarınızla seyredebilir misiniz? Edemezsiniz. Neden? Her biri için ayrı bir organa gereksinmeniz var. Üstelik yalnızca o organa sahip olmak da yeterli değil. Organın iyi ayarlanmış olması gerek. Sözgelimi radyoyu düşünün. Günün birinde birdenbire keşfediliyor ki, bütün dünyada, havada elektrik dalgaları gidip geliyor. Peki, bu dalgaları hiç gören oldu mu? Hayır. Şimdi de göremezsiniz. Ama o dalgalar oradadır ve vardır. Eskiden beri vardı. Ama bir radyo aldığınız zaman bütün bu dalgaların varlığına tanık oluyorsunuz. Sonra bir düğmeyi çeviriyorsunuz; hiç bir şey işitilmez oluyor. Ama siz işitmezken de müzik havada dalgalanıyor! Düğmeyi yeniden çeviriyorsunuz; işte yeniden her şeyi duyabiliyorsunuz. Neden? Organı doğru ayarladınız da ondan.
-ERKEKLER İÇİN-
Oyunu Adı: Macbeth
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu
MACBETH – Yapmakla olup bitseydi bu iş,
Hemen yapardım, olup biterdi.
Döktüğüm kanla akıp gitse her şey,
Bir vuruşta sonuna varılsa işin,
Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen,
Zaman denizinin bir kumsalı olan bu dünyayı
Öbür dünyayı gözden çıkarır insan.
Ama bu işlerin daha burada görülüyor hesabı.
Verdiğimiz kanlı dersi alan
Gelip bize veriyor aldığı dersi.
Doğruluğun şaşmaz eli bize sunuyor
İçine zehir döktüğümüz kupayı.
Adam burada, iki katlı güvenlikte:
Bir kere akrabası ve adamıyım:
Ona kötülük etmemem için iki zorlu sebep.
Sonra misafirim; Değil kendim bıçaklamak,
El bıçağına karşı korumam gerek onu.
Üstelik bu Duncan, ne iyi yürekli bir insan,
Ve ne bulunmaz bir kral.
Her değeri ayrı bir İsrafil borusu olur
Lanet okumak için onu öldürene!
Acımak yeni doğmuş bir çocuk olur, çırılçıplak,
Kasırganın yelesine sarılmış,
Ya da bir melek, görülmez atlarına binmiş göklerin,
Ve gider dört bir yana haber verir
Bu yürekler acısı cinayeti,
Göz yaşı savrulur esen yellerde.
Sebep yok onu öldürmem için,
Beni mahmuzlayan tek şey, kendi yükselme hırsım;
O da bir atlayış atlıyor ki atın üstüne
Öbür tarafa düşüyor, eğerde duracak yerde.
-KADINLAR İÇİN-
Oyun adı: KEŞANLI ALİ DESTANI
Yazar: HALDUN TANER
ZİLHA: Ne diyordum efendicağzıma söyleyim. Beni bu eve
evladı maneviyatlık aldılar. Bir çocuğu, bir de Şamama’yı gezdiriyorum, işim o
kadar. Şamama evin köpeği. Burada medeniyet varmış be. Eskiden ayaklarımı aydan
aya yıkardım. Hem de çorabımı çıkarmadan. Oldu olacak ikisi birden yıkansın
diye. Şimdi her gün banyo yapıyorum. Her Allanın günü yıkanan deri ne kadar yumuşak
olurmuş meğer. Amonyak kokusuna öyle alışmışım ki, burada temiz hava ilkin
ciğerlerime dokandı. (Gider, masanın üstünden bir resim alıp gösterir.)
Filiz’in babası Bülent Bey, illetli fakir; karısı evden kaçmış. Adam da böyle
sönmüş fenere dönmüş, îhya Bey doktorlara ne paralar yedirmiş, nafile…
Malankoli diyorlar, düşman başına. Bana bazen tuhaf koyun gibi bakar.
(Taklidini yapar.) Çok dokanıyor içime. Hani’birinci perdede çişini bile unutan
bunak profesör vardı ya, deli doktoruymuş meğer o. Küçük beye şimdi o bakıyor.
İkide bir evde. Benim kılık kıyafetime bile kanşıyor. Yok saçını şöyle tara,
yok gözünü böyle boya. Deli mi ne? İhya Bey buba adam. Tuttuğu altın olsun neme lazım. Beni kızı
gibi sever. Sen bizim ailenin maskotusun kız diyor. Uğur getiriyormuşum diye
arada bir makas da alır. Olacak artık o kadar. Madam Olga’ya tenbihat geçmiş.
Bana, oturup kalkma konuşma öğretsin diye. Kim bilir belki de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına
everecekler. Dünyada hayır
sahabları daha ölmedi… (Kapı vurulur.) Madam galiba. Sen
misin ma-damcığım, buyur…
-KADINLAR İÇİN-
Oyun adı: CİMRİ
Yazar: MOLİERE
FROSINE: Sahi
ya. Bir duysanız neler söylediğini bu konu üstüne. Yüzlerine bile bakmazmış
delikanlıların. Güzel bir ihtiyar gördüm mü bitiyorum, diyor; hele şahane bir
de sakalı olursa. Erkek ne kadar yaşlı olursa o kadar hoş görünüyor gözüne.
Onun için, kendinizi olduğunuzdan daha genç göstermeye çalışmayın derim size.
En az altmışında erkek istiyor. Dört ay önce neredeyse evleniyormuş, birden
cayıvermiş; neden biliyor musunuz? Nişanlısı sadece elli altı yaşındaymış; bir
sözleşmeyi imzalarken de gözlük takmamış, ondan. Elbette bir kere bu
kız yemez içmez soyundan; öyle yetiştirilmiş. Salata, süt, peynir ve patatesle
yaşamaya alışmış. Başka bir kadının isteyeceği güzel sofraları, tavuk suyu
çorbalarını, bilmem ne şuruplarını, bahar mahar gibi şeyleri istemez. Ne
demektir bu? Bütün bunlar yılda en azından üç bin lira tutmaz mı?.. Tutar.
Bundan başka kız pek sade giyinmeye meraklı. Cafcaflı urbalara, inciye, elmasa,
gösterişli mobilyalara hiç düşkünlüğü yok bunca eşi, benzeri gibi. Bu ıvır
zıvırın da yılda dört bin lirası vardır elbet. Üstelik bu kızda kumara karşı
görülmedik bir tiksinme var; bugünlerde nerede böyle kadın? Bizim semtte bir
kadın biliyorum; yirmi bin lira verdi bu yıl kumarda. Ama biz dörtte birini
alalım bunun… Yılda beş bin lira oyundan, dört bin lira giyim kuşamdan, etti mi
dokuz bin? Bin lira da boğazdan dersek ne eder?.. Yılda tam on iki bin lira
değil mi?
-KADINLAR İÇİN-
Oyunun Adı: Cesaret Ana ve Çocukları
Yazan: Bertolt Brecht
Çeviren: Ayşe Selen
ANA–:Yazık oldu
komutana... Yirmi iki çift çorap... Kaza diyor herkes. Sis sebep olmuş. Komutan
alaylardan birine, “ileri”, diye bağırdıktan sonra atını geriye doğru
mahmuzlamış. Ancak sis dolayısıyla şaşırıp cepheye dalmış. Ve kurşun yemiş...
Kala kala dört fener kalmış... Ve kurşunu yemiş. (Arkadan bir ıslık sesi
işitilir. Cenaze töreninden kaçan erleri görür. Tezgâha girer) Ayıp, ayıp,
komutanın cenaze töreninden kaçılır mı? Yağmurdan kaçıyorlar. Üniformanız
ıslanır tabii. Söylentiye göre, cenazede çan çalmak istemişler, ama sağken onun
emriyle kiliseler kapandığı için zavallı komutan mezara indirilirken çan sesi
duyulmayacak. Büsbütün garip gitmesin diye üç pare top atacaklar... (İçki
isteyen askerlere) İçki istiyorsanız paraları sökülün önce. Yoo... Çamurlu çizmelerle
çadırıma giremezsiniz! Yağmur yağsa da yağmasa da dışarı da zıkkımlanacaksınız.
Yalnız subayları içeri bırakıyorum. Komutan son zamanlarda epey sıkıntı çekmiş,
maaş ödeyemediği için. İkinci Alay’da karışıklık çıkmış. “Din uğruna
savaşıyoruz, para isteyemezsiniz” diye kestirip atmış. (Cenaze marşı duyulur)
Acırım böyle komutanlara, imparatorlara. Belki de ileride kendilerinden
bahsettirecek heykellerini diktirecek şöyle özel bir şey yapmak isterlerdi;
örneğin dünyanın fethi gibi, bu bir komutan için yüce idealdir, zaten başka bir
şeyi de beceremezler. Kısacası, kıçı çatlayıncaya kadar çalışır, didinir, ondan
sonra da, hayatta bir bardak biradan ya da iki laklaktan daha yüce bir ideali
olmayan aşağılık halk gelip yaptıklarının içine eder. Onların bütün güzel
planları, yöneticilerin basitlikleri yüzünden hep berbat olmuştur. Çünkü
imparatorlar hiçbir şeyi kendi başlarına yapamazlar. Halkın ve askerlerinin
desteğine muhtaçtırlar. Haklı değil miyim? Savaş bitecek mi dersiniz? Laf olsun
diye sormuyorum, hani ucuz mal var da, alıp depoya koysak mı diye soruyorum.
Ama savaş biterse, onları atmaktan başka çare kalmaz.
-ERKEKLER İÇİN-
Oyunun adı:Yüzsüz
Yazar :DARİO FO
ANTONİO: Ne diyordum. Yanan adamı dışarı
çıkartıyorum, ceketimi sarıyorum, tam sürüklerken… birden, daha önce
çıkardığım, dumandan boğulmuş adamlar öksürmeye ve kendilerine gelmeye
başlıyorlar. “Öksürmeyi bırakın da buraya gelin, arkadaşınızı, ortağınızı
hastaneye götürmeme yardım edin, ölmek üzere” diye bağırıyorum. Onlar beni
dinlemiyorlar bile… koyunlar gibi… hepsi emekliyor… o durumda ne yapmam
gerek?Dumandan boğulanların tamamen kendilerine gelmelerini bekleyebilir miyim?
Pestili kucağıma alıyor ve arabama götürüyorum, 128′e. Motoru çalıştırıyorum,
birden; bam bam bam! Bunlarda kim? Dumandan boğulanlar. Öksürüyor ve bana ateş
ediyorlar. Orospu çocukları! Sizin hayatınızı kurtardım sizde teşekkür
edeceğinize beni arkadan mı vuruyorsunuz? Farları suratlarına doğru yaktım,
arabayla üzerlerine doğru atıldım. Zıp! Kurbağalar gibi, sıçrıyorlar. Bende
diğer arabanın yanına geldim. Hepsi ölmüştür diye düşündüm…. hayır: tam
zombiler gecesiydi. Bam bam bam, onlarda ateş etmeye başladılar. Kulağıma ya da
dişlerimin arasına bir kurşun girmeden nasıl çıktım oradan bilemiyorum.Arabayla
Porta Susu’ya vardım… meydanın orada, köşedeki Kızıl haç ambulansını gördüm.el
kol işareti yapıyor, hatta sedyecilere, pestili gelip almaları için
sesleniyorum. Sedyeyle gelip ilk yorumlarını yapıyorlar: “Bunu bu hale kim
getirdi? Evde mi yapılmış yoksa sanayi tipi mi ?” . Onu benim o hale soktuğumu
sandıklarını hemen anladım. ” Bakın anlatması uzun bir hikaye. Şimdi ilkyardıma
gidelim, orada polis vardır, gider gitmez onlara her şeyi anlatırım. Önemli
olan acele etmek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder